8 Eylül 2020 Salı

Söndürülen Işıklara

Annemin öğretemedikleri,

Babamın öğütleyemedikleriyle

Büyüdüm.

Anlatılmamış masallarım,

Okşanmamış saçlarım var

Paylaşılmayan sevgiyle

Gösterilmeyen şefkatle

Dopdolu içim dışım.

Öğretilmeyen bilgilere aç

Sevgisizliğe, saygısızlığa

Tokum.

Varlığın soyut

Yokluğun somut olduğu

Çılgın bir çocukluktu benimkisi...

Belki bundandır

Herkesin ana babasını

Kendiminkilerin yerine koymam

Belki bundandır

Her seviyorum diyene

İnanacak kadar aptallığım.

Belki bundandır

Uzanan elleri

Babam sanmam.

Belki bundandır

Her cana şefkatle yaklaşmam.

Belki bundandır

Düşümde herkesle

Aile olmam.

Belki bundandır

Rastlanan her yüzde

Aile aramam.

Belki bundandır

Gerilimlerim.

Kimse niye sormuyor

Sen nasıl büyüdün diye

Daha vahimi

Büyüyebildin mi diye...

4 Eylül 2020 Cuma

Nida

Biri tutsun beni

Yoksa düşerek

Dünyanızı yıkacağım.

Biri tutsun gözlerimi

Ben ağlarsam

Dünyanız boğulacak.

Biri tutsun beni

Ama sahiden tutsun

Ben buradayım,

Yanındayım,

Yalnız değilsin

Desin.

Bu karanlık beni

Kör edebilir,

Köreltebilir.



2 Eylül 2020 Çarşamba

Yalnızca Sev

Afrikalı bir insan kadar aç

Şu çocuk kalbim,

Sevmeye ve sevilmeye…

Onlar bir lokma ekmeğe,

Bir yudum suya,

Bense bir tutam sevgiye

Muhtacım…

Yalnızca sev ki yaşat…

Kalbim yokluğunu çekerken

Anladım…

İnsanoğlu sevgiye aç…


1 Eylül 2020 Salı

Sesli Kalp Kırılmaları

Bir çatırtı duydu. Ayak bileğinden geldiğini düşündü. Bu kadar uzun ve yorucu bir günün ardından bileğinin dayanamadığını düşündü. Oysaki yalnızca kalbi kırılmıştı. Hâlihazırda sürekli kırılmaya müsait kalbi. Sürekli istismar edilen kalbinden gelmişti o ses. Belki de bu istismara bu kadar izin vermemeliydi. Çünkü buna izin verdiği ölçüde bu sesleri duyuyordu zaten. Farkındaydı bunun.

Kalp ve beyin bileşimi olan kimyasal varlık insan. Diğer insanların görmezden geldiği ya da görmemeyi tercih ettikleri adem evladı. Her bir kalp beyin bileşimini önemli sayardı o. Kırılmasın, yorulmasın veya yanılmasın diyerek düşünürdü herkesi ama insanlar ne anlamak isterse onu anlardı. Daha alması gereken çok ders vardı bu hayatta…

Sürekli, kalbini kırık hissediyordu. Bu feci durum onu çok yoruyordu. Pek tabii böyle bir durum birçoklarını yorar. Aslında ihtiyacımız olan kabullenmek. İnsanlar, herkese karşı beklediğimiz şekilde duyarlı ve hassas olamaz. Sanırım herkese karşı duyarlılık gösterebilmek daha korkunç olurdu. Ama o bunu yapıyordu ve sonuçta derin buhranlar içinde buluyordu kendini. Sakın siz yapmayın. Siz kendinizi düşünmediğiniz sürece başkalarının sizi düşünmesini beklemeyin ki beklentiler de çokça üzer.

O, ufacık bedeninin içindeki kalbini hissedebiliyordu. Sanki her bir kırılmayla kocaman bir kalp doğuran öylesine mucizevi güçte, sanki her kırılışında ilk kez kırıldığını sanan öylesine şaşkın bir kalbi vardı. Peki, o da bir kalp-beyin bileşimi değil miydi herkes gibi. Elbette, ne herkesten farklı ne de herkes gibiydi. Ama o beynini değil de kalbini kullanmayı tercih ediyordu.

Kalbini her onarışında kalbine şöyle söz veriyordu: ‘’Tamam, kalbim, bu defa yetti. Omuzlarındaki yükü beynime taşıtacağım. Beynim daha güçlü, evet haklısın ama bu da beynime haksızlık olmaz mı? Tıpkı tüm yükü sana yüklediğim gibi… Utanıyorum kalbim, sana taşıyamayacağın sorumluluklar vermekten, beynime gereken sorumlulukları verememekten.’’

Denge. Evet, mesele kalbi ile beyni arasındaki dengeyi kuramamasıydı. Kalbine verdiği ağırlık onu hep şu görüntüye hapsederdi: Karşılıklı iki tepe var ve bir şeritle bağlılar. Tabii tepenin biri kalp biri beyin. İşte hayattaki dengemiz o şeridin tam ortasıdır ve o, şeridin kalbe en yakın noktasında yaşıyor. Her defasında dengeden çok uzak o konumda dizlerini karnına çekmiş, başını da dizlerine gömerek ağladığı karede buluyordu kendini. Yiyordu kendini. Onu acıtanlara yapamadıklarını kendi ruhuna yapıyordu. İstiyor ki gereken dengeyi sağlasın ama denge noktası onun için hiç görmediği engin denizler, uçsuz bucaksız kâinat gibi yabancı, belirsizdi ve hatta denge noktasının varlığından bihaberdi.

Daha çok üzülmesi, daha da çok kırılıp dökülmesi ve pek çok kere daha kendini kaybetmesi lazım. Gereken dengeyi sağlayabilmek için. Belki de kendini bulmasının yolu önce kaybolmasından geçtiği için.

27 Ağustos 2020 Perşembe

Kayboldu

Sorguladı... Ben kimim diye. Kimdi ki birileriyle hemhal olmak istedi, bir yuva kurmak istedi. Sevmeyi ne zaman öğrendi de seviyorum dedi. Kabule muhtaçmış gibi kendini kabul ettirmeye çalıştı. Kim olduğunu bilmeden ''ben şuyum, ben buyum'' diyerek savaşlar vermek; hayata, insanlara karşı cepheler açmak nedendi? Kim olduğunu bilmeden, olduğu gibi kabul ettirmeye çalıştı kendini. Kendinden haberi yoktu ama kendi olmaya çalışıyordu. Acınası, gülünesi ve hatta çevresindekileri öfkelendirici bir hali vardı. Bazen hiçbir şey olmadığını kabul ederek ruhu kemirgen varlıklara teslim oluyor, kalbindeki sancı ile uçurumdan atlıyor, beynini ve kalbini deşen gerçeklerin okuna boyun eğiyordu; sessizce ve çaresizce... 

Hiçbir şeyi yoktu ama önemli ve güçlü biri olmak istiyordu. Bazen birden çok iş yapmak, birden çok karakteristik özelliği bir arada taşımak istiyordu. Oysaki her şey olmaya çalışırsa hiçbir şey olamayacaktı... Tüm fikirleri ve kendisi düğüm olmuştu. En önemli hareket ve en önemli engel; çaba göstermesi ve mumyalanmış gibi hareketsizce beklemesiydi. Bu durum onu hiçbir yere götürmeyecekti çünkü fizik kurallarına göre herhangi bir hareket olmadığı sürece yükselmesi de imkânsızdı (tabii mucizelere inanmıyorsak). Newton’un hareket yasalarındaki Eylemsizlik Yasası hâkimdi doğasında. 

Genelde uysal ve uyumlu hali tavrı bazen asi ve öfkeli oluyordu. Durup düşününce asi miydi uysal mıydı bilmiyordu. Gerçi mesele hangisi olduğunu bilmek değil hangisini olmak istediğini bilmemesiydi. Sahi ne olmak istiyordu kim olmak istiyordu? Yaş başını almış gidiyordu ama onun bedenini dikey konumlu bir tabuta koymuşlardı, hareket edemiyordu.

Hiçbir işe yaramayan, yaptığı işleri ise beceremeyen, saf ve yalnızca iyi kalpliydi. Belki onun için tek söylenebilir özellik iyi kalpli olmasıydı. Sanki başka hiç niteliği yokmuş gibi hissediyordu. Ama beklenmeyen bir hata oluştu; garipsenen bu dünyada iyi kalpli olmak hiçbir işe yaramıyordu.

Yıllarca, kendini tanıyamadan duygularla sanki ezelde tanışmış gibi hareket etti. Bunu fark ettiğinde artık her şey için çok geçti. Nice duygularını ve düşlerini bu yolda harcamıştı. Hiç bilmediği hisleri yalnızca taklit ederek yaşamaya çalıştı. Taklidi iman der Gazali, o ise taklidi duygular yaşamıştı hep. Bunları fark ettiğinde çaresiz ve savunmasız halde yorgun düştü bedeni. Taklidi iman şişesinin kırılışı gibi duyguların şişesi kırılmıştı. Eskisi gibi olmayacaktı hayatı. Artık yalandan yaşadığı duyguları da ölmüştü ve hayata karşı eskisi kadar heyecan duymuyordu.

Yanlışlıkla tüm duygularını öldürmüştü. Birçok insan gibi toyluğun acı ama öğretici etkisiyle işlemişti bu cinayeti. Artık hislerinden emin olamıyordu. Bunu fark ettikçe kafasında ‘’ben bu dünyada ne yapıyorum adlı sorgu odası müziği’’ çalıyordu. 

Ne âşık olmayı, ne sevilmeyi, ne susmayı, ne de konuşmayı başaramadı... Usullerini veya felsefelerini bilmiyor. Henüz öğrenemedi de. Bu dünyaya ne için gelinir bilmiyor.

Kendi kendisine ışık olamadığı için hayattan ışık beklemekten utanıyor. Mucize aramıyor ya da beklemiyor. Kendisinin elde etmediği bir şeyi istemiyor. Ne acı ki buna uygun da davranmıyor. Düştüğü boşlukta debelenip dururken kayboldu ve kendisini arıyor…

Cam Kırığı Diye Yazılır

Cam kırığı gibi yazılır İnsan gibi görünür Gözyaşı döker Un ufak olur Ya da Paramparça. Kanlı canlı görünür, Aslında Cam gibi kırılgandır. C...