#arayış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#arayış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Mart 2025 Pazartesi

Ateşiniz var mı?

Metrodan çıktım. Çok soğuk, çoktan kararmış bir hava. Delice bir Şubat soğuğu işte.

Önümde biri dikilmiş sigarasını yakmaya çalışıyor.

Ne ayak bu, yolu da engellemiş.


Otobüse yetişmem lazım ya çekil şurdan be adam.

Çakmağı yanmıyor sanırım.


Kapüşon kafalı arkasına döndü.

Ben varım arkasında.

Ateşiniz var mı dedi.

Ateşim var ama sigara kullanmıyorum dedim.

Durdu. 

Bir kıvılcım mı lazım yoksa hasta mısınız dedi?

Kelimeler… kelimeler… Binbir çeşit anlamlı kelimeler…

İçimden kikirdedim.

Hayır dedim.


Anladı mı acaba diye buz kestim kaldım bir an. Şok oldum yani.


O zaman neden oyalıyorsun beni dedi.

Ama ateş için biraz çaba gerekir dedim.

Durdu.


Bir adım attı bana doğru.

Eyvah, anladı mı yoksa ne demek istediğimi, anladıysa yandık…

Gözlerindeki hareler alev çemberine dönüşüp kabardı. Kabardı ve büyüdü. Sonra vücudunun diğer yerleri de kabardı… Adam tam bir yürüyen alev. Artık onun da ateşi var… Ama hasta değiliz…


Ben korktum, sadece dalga geçmiştim…

Bir adım daha yaklaşmış ne ara yaklaştı…

Ateşimi ona vermeyeceğimi anladı sanırım.

Çok öfke abicim, bu ne öfke. Bu kadar öfke fazla abicim diyorum içimden. Bir adım geri attım.

Herkesle dalga geçilmez bunun matematiği neydi ya birisi öğretmemiş mi bunu bana.

Ateşin bol olsun dedim.

Koşmaya başladım.

Kovalandım.

Hiçbir zaman kovalanmadığım gibi.

Demek böyle mi oluyormuş.

Uf hayır saçmalama o öyle bir şey değil. Kovalanıyorum hala. Neden durmuyor ki. Hani hızlı koşuyordum ben? Ayy aman o koşmak da bu koşmak değildi değil mi? Yürüme ile koşmayı zaten hiç ayarlayamadım ki. 

Nefesim kesilmek üzere. Keşke diğer koşmalarımda da nefesim kesilse de dursaydım. Ama ateşimi görmüşlerdi o an, duramazdık… Şu an durum başka kızım.

Duramadım hiç. Yine durma. Şaka kaka olacak yoksa.

Arkama bakmak için zamanım yok, dönemiyorum ama nefesini duyuyorum, ayak sesi benimkine karışıyor onu tam ayırt edemiyorum. Umarım başka türlü bir şeyi bana karışmaz.

Arkama çok baktım. Ah bu arkam beni ne hallere düşürdü. Bunları düşüneceğime atlatmayı düşünsem… Av olduk durduk yere iyi mi?

Anlamaz sanmıştım. Ama tabi herkes benden zeki, daha zekice yap bir dahakine şunu.

Kaç kilometre koştuk lan. Vereceğim şimdi şurda son nefesimi. Nereye koşuyorum ben. Düşünmekten adam akıllı bir yere de koşamadık. Şu kalabalık durağa karışıp kaybolmalıyım. Ama ya benim içimdeki ateş ne olacak? Kaçış ne zaman kurtuluş oldu ki zaten. Ancak ateşimi büyüttü. Adamın aklında ateş yoktu onun aklına da düşürdük…

3 Eylül 2022 Cumartesi

Yeni Biri Aynı Eski Hatalar (New Person Same Old Mistakes)

 Havada rüzgar yerine en güzel şarkılar var. Tüm derdim tüm kederim en keyifli en heyecan verici danslara dönüşüyor. İnsanların attığı her adım çiçeğe, çimene ve ağaca dönüşüyor. Görmüyor musun? İnsanların bir gülüşü, eskimiş derilerini üzerinden atıp yeni, en iyi ve en güzel derilerine kavuşturuyor. Kahkahaları yer çekimini yok edip istediği yüksekliğe uçmasını sağlıyor. Bir bakıyorsun ki kahkaha atanların kanatları ortaya çıkıyor. Ben aşık oldum onların düşüncesi umrumda değil. Ben bunları görüyorum.

Tüm bunları yalnız ben fark etmişim gibi davranıyorlar. Onlar benim baktığım açıdan göremiyorlar. Ben aşık oldum onların düşünceleriyle ya da tüm bunların sahte oluşuyla ilgilenmiyorum.

Her şeyi denedim. Sevdiğim, sevmediğim her şeyi. En iyi ben oldum. Yeni bir ben oldum. Ben aşık oldum.

Tüm bunlar yalan da olsa ben bu yalanlara inanıyorum. Bu sahtelik benim gerçeğim. Kahkahaların kanat çıkarması benim gerçeğim. Uçtuğum benim gerçeğim. Artık çok geç, ben aşık oldum.

Hep beklediğim duygu buydu. Şimdi tüm bunlar gerçek değil diyemezler. Bunlar gerçek ben bunları hissediyorum ve görüyorum. Bu hisle yaşamak, onunla olmak istiyorum. Yalan ya da yanlış olsun. Bu yoldan gitmek istiyorum.

Ben uçuyorum ve artık düşmek istemiyorum. Her zaman dibi göremem. Artık yükseklerdeyim. Artık ağlamak istemiyorum.

Bilmediğim yolları söylemişler de ben duymamışım gibi davranıyorlar. Söylemediler, ben şimdi bu yoldan gidiyorum. O olmalı ben hep onu bekliyordum. Yerine başkasını koyamam ya da başka bir yoldan gidemem. Onu gözden kaybetmeden bir an önce yakalamak istiyorum. Duramam.

Hayır, ben yepyeni bir insan oldum. Eski hatalarımı yapmıyorum, yapmayacağım. Hayır, ben hayallerimin peşinden gideceğim. Hayır, yanlış da olsa onun peşinden gideceğim. Hayır, ben çok iyi ve çok mutlu hissediyorum.

...

Yağmur yağıyor. Yeryüzünde biri ya da birileri ağlarsa bir yere ya da bir yerlere yağmur yağarmış.

Kabul etmek zor oldu. Savunduğum her şey yanlışlandı. Hayal kırıklığına uğradılar. Ben de uğradım. Durmam gereken doğru yeri bilmiyordum. Oysa o da ''Ben tehlikeliyim, benden uzak dur.'' demişti. Tıpkı onların söylediği gibi; benim pişmanlıklarım onunsa şeytanları vardı.

Yanlış da olsa peşinden gitmeye hakkım vardı. Çünkü artık hata yapmayacağımı düşünüyordum. 

Gerçeği görecek kabiliyetin yok demişlerdi. Herkesin hikayesi gibi bir hikayeydi bu da. Çok da farklı değildi. Herkes gibi aynı eski hatalarımı yaptım. Herkes gibi sevdim, düştüm, sinirlendim, üzdüm, üzüldüm ve ayağa kalktım.

İnsanlar sadece yürüyormuş. Ne bahçe ne orman yapıyorlarmış. İnsanlar sadece tebessüm ediyormuş. Kimse ne yeniden doğuyor ne de değişiyormuş. Rüzgar sadece coğrafi bir olaymış. Ben şarkılara benzetmişim tınısını.

Mutsuzsan adı sadece mutsuzluk, mutluysan adı sadece mutlulukmuş. Hayat ikisini de kabul ediyormuş. Yer çekimi sahiden varmış ve kimse uçmuyormuş. Kanatlarsa yalnızca meleklerde olurmuş.

Kahkaha atınca kanatlarımın çıktığını ve uçtuğumu düşünmeye devam edeceğim. Melek olmak istemiyorum yalnızca kahkaha atmak istiyorum.

Şimdi... Yine, yeni bir insan oldum...

1 Eylül 2020 Salı

Sesli Kalp Kırılmaları

Bir çatırtı duydu. Ayak bileğinden geldiğini düşündü. Bu kadar uzun ve yorucu bir günün ardından bileğinin dayanamadığını düşündü. Oysaki yalnızca kalbi kırılmıştı. Hâlihazırda sürekli kırılmaya müsait kalbi. Sürekli istismar edilen kalbinden gelmişti o ses. Belki de bu istismara bu kadar izin vermemeliydi. Çünkü buna izin verdiği ölçüde bu sesleri duyuyordu zaten. Farkındaydı bunun.

Kalp ve beyin bileşimi olan kimyasal varlık insan. Diğer insanların görmezden geldiği ya da görmemeyi tercih ettikleri adem evladı. Her bir kalp beyin bileşimini önemli sayardı o. Kırılmasın, yorulmasın veya yanılmasın diyerek düşünürdü herkesi ama insanlar ne anlamak isterse onu anlardı. Daha alması gereken çok ders vardı bu hayatta…

Sürekli, kalbini kırık hissediyordu. Bu feci durum onu çok yoruyordu. Pek tabii böyle bir durum birçoklarını yorar. Aslında ihtiyacımız olan kabullenmek. İnsanlar, herkese karşı beklediğimiz şekilde duyarlı ve hassas olamaz. Sanırım herkese karşı duyarlılık gösterebilmek daha korkunç olurdu. Ama o bunu yapıyordu ve sonuçta derin buhranlar içinde buluyordu kendini. Sakın siz yapmayın. Siz kendinizi düşünmediğiniz sürece başkalarının sizi düşünmesini beklemeyin ki beklentiler de çokça üzer.

O, ufacık bedeninin içindeki kalbini hissedebiliyordu. Sanki her bir kırılmayla kocaman bir kalp doğuran öylesine mucizevi güçte, sanki her kırılışında ilk kez kırıldığını sanan öylesine şaşkın bir kalbi vardı. Peki, o da bir kalp-beyin bileşimi değil miydi herkes gibi. Elbette, ne herkesten farklı ne de herkes gibiydi. Ama o beynini değil de kalbini kullanmayı tercih ediyordu.

Kalbini her onarışında kalbine şöyle söz veriyordu: ‘’Tamam, kalbim, bu defa yetti. Omuzlarındaki yükü beynime taşıtacağım. Beynim daha güçlü, evet haklısın ama bu da beynime haksızlık olmaz mı? Tıpkı tüm yükü sana yüklediğim gibi… Utanıyorum kalbim, sana taşıyamayacağın sorumluluklar vermekten, beynime gereken sorumlulukları verememekten.’’

Denge. Evet, mesele kalbi ile beyni arasındaki dengeyi kuramamasıydı. Kalbine verdiği ağırlık onu hep şu görüntüye hapsederdi: Karşılıklı iki tepe var ve bir şeritle bağlılar. Tabii tepenin biri kalp biri beyin. İşte hayattaki dengemiz o şeridin tam ortasıdır ve o, şeridin kalbe en yakın noktasında yaşıyor. Her defasında dengeden çok uzak o konumda dizlerini karnına çekmiş, başını da dizlerine gömerek ağladığı karede buluyordu kendini. Yiyordu kendini. Onu acıtanlara yapamadıklarını kendi ruhuna yapıyordu. İstiyor ki gereken dengeyi sağlasın ama denge noktası onun için hiç görmediği engin denizler, uçsuz bucaksız kâinat gibi yabancı, belirsizdi ve hatta denge noktasının varlığından bihaberdi.

Daha çok üzülmesi, daha da çok kırılıp dökülmesi ve pek çok kere daha kendini kaybetmesi lazım. Gereken dengeyi sağlayabilmek için. Belki de kendini bulmasının yolu önce kaybolmasından geçtiği için.

27 Ağustos 2020 Perşembe

Kayboldu

Sorguladı... Ben kimim diye. Kimdi ki birileriyle hemhal olmak istedi, bir yuva kurmak istedi. Sevmeyi ne zaman öğrendi de seviyorum dedi. Kabule muhtaçmış gibi kendini kabul ettirmeye çalıştı. Kim olduğunu bilmeden ''ben şuyum, ben buyum'' diyerek savaşlar vermek; hayata, insanlara karşı cepheler açmak nedendi? Kim olduğunu bilmeden, olduğu gibi kabul ettirmeye çalıştı kendini. Kendinden haberi yoktu ama kendi olmaya çalışıyordu. Acınası, gülünesi ve hatta çevresindekileri öfkelendirici bir hali vardı. Bazen hiçbir şey olmadığını kabul ederek ruhu kemirgen varlıklara teslim oluyor, kalbindeki sancı ile uçurumdan atlıyor, beynini ve kalbini deşen gerçeklerin okuna boyun eğiyordu; sessizce ve çaresizce... 

Hiçbir şeyi yoktu ama önemli ve güçlü biri olmak istiyordu. Bazen birden çok iş yapmak, birden çok karakteristik özelliği bir arada taşımak istiyordu. Oysaki her şey olmaya çalışırsa hiçbir şey olamayacaktı... Tüm fikirleri ve kendisi düğüm olmuştu. En önemli hareket ve en önemli engel; çaba göstermesi ve mumyalanmış gibi hareketsizce beklemesiydi. Bu durum onu hiçbir yere götürmeyecekti çünkü fizik kurallarına göre herhangi bir hareket olmadığı sürece yükselmesi de imkânsızdı (tabii mucizelere inanmıyorsak). Newton’un hareket yasalarındaki Eylemsizlik Yasası hâkimdi doğasında. 

Genelde uysal ve uyumlu hali tavrı bazen asi ve öfkeli oluyordu. Durup düşününce asi miydi uysal mıydı bilmiyordu. Gerçi mesele hangisi olduğunu bilmek değil hangisini olmak istediğini bilmemesiydi. Sahi ne olmak istiyordu kim olmak istiyordu? Yaş başını almış gidiyordu ama onun bedenini dikey konumlu bir tabuta koymuşlardı, hareket edemiyordu.

Hiçbir işe yaramayan, yaptığı işleri ise beceremeyen, saf ve yalnızca iyi kalpliydi. Belki onun için tek söylenebilir özellik iyi kalpli olmasıydı. Sanki başka hiç niteliği yokmuş gibi hissediyordu. Ama beklenmeyen bir hata oluştu; garipsenen bu dünyada iyi kalpli olmak hiçbir işe yaramıyordu.

Yıllarca, kendini tanıyamadan duygularla sanki ezelde tanışmış gibi hareket etti. Bunu fark ettiğinde artık her şey için çok geçti. Nice duygularını ve düşlerini bu yolda harcamıştı. Hiç bilmediği hisleri yalnızca taklit ederek yaşamaya çalıştı. Taklidi iman der Gazali, o ise taklidi duygular yaşamıştı hep. Bunları fark ettiğinde çaresiz ve savunmasız halde yorgun düştü bedeni. Taklidi iman şişesinin kırılışı gibi duyguların şişesi kırılmıştı. Eskisi gibi olmayacaktı hayatı. Artık yalandan yaşadığı duyguları da ölmüştü ve hayata karşı eskisi kadar heyecan duymuyordu.

Yanlışlıkla tüm duygularını öldürmüştü. Birçok insan gibi toyluğun acı ama öğretici etkisiyle işlemişti bu cinayeti. Artık hislerinden emin olamıyordu. Bunu fark ettikçe kafasında ‘’ben bu dünyada ne yapıyorum adlı sorgu odası müziği’’ çalıyordu. 

Ne âşık olmayı, ne sevilmeyi, ne susmayı, ne de konuşmayı başaramadı... Usullerini veya felsefelerini bilmiyor. Henüz öğrenemedi de. Bu dünyaya ne için gelinir bilmiyor.

Kendi kendisine ışık olamadığı için hayattan ışık beklemekten utanıyor. Mucize aramıyor ya da beklemiyor. Kendisinin elde etmediği bir şeyi istemiyor. Ne acı ki buna uygun da davranmıyor. Düştüğü boşlukta debelenip dururken kayboldu ve kendisini arıyor…

Esen

Işık olan kendime, ışık olarak yaklaşıyorum. Birbirimize uzanan aynı parıltının iki ucuyuz ve birleştiğimizde bütün zincirler, bütün pra...