Sorguladı... Ben kimim diye. Kimdi ki birileriyle hemhal olmak istedi, bir yuva kurmak istedi. Sevmeyi ne zaman öğrendi de seviyorum dedi. Kabule
muhtaçmış gibi kendini kabul ettirmeye çalıştı. Kim olduğunu bilmeden ''ben
şuyum, ben buyum'' diyerek savaşlar vermek; hayata, insanlara karşı cepheler
açmak nedendi? Kim olduğunu bilmeden, olduğu gibi kabul ettirmeye çalıştı
kendini. Kendinden haberi yoktu ama kendi olmaya çalışıyordu. Acınası, gülünesi
ve hatta çevresindekileri öfkelendirici bir hali vardı. Bazen hiçbir şey olmadığını
kabul ederek ruhu kemirgen varlıklara teslim oluyor, kalbindeki sancı ile uçurumdan
atlıyor, beynini ve kalbini deşen gerçeklerin okuna boyun eğiyordu; sessizce ve
çaresizce...
Hiçbir
şeyi yoktu ama önemli ve güçlü biri olmak istiyordu. Bazen birden çok iş
yapmak, birden çok karakteristik özelliği bir arada taşımak istiyordu. Oysaki
her şey olmaya çalışırsa hiçbir şey olamayacaktı... Tüm fikirleri ve kendisi
düğüm olmuştu. En önemli hareket ve en önemli engel; çaba göstermesi ve mumyalanmış
gibi hareketsizce beklemesiydi. Bu durum onu hiçbir yere götürmeyecekti çünkü
fizik kurallarına göre herhangi bir hareket olmadığı sürece yükselmesi de imkânsızdı
(tabii mucizelere inanmıyorsak). Newton’un hareket yasalarındaki Eylemsizlik
Yasası hâkimdi doğasında.
Genelde
uysal ve uyumlu hali tavrı bazen asi ve öfkeli oluyordu. Durup düşününce asi
miydi uysal mıydı bilmiyordu. Gerçi mesele hangisi olduğunu bilmek değil
hangisini olmak istediğini bilmemesiydi. Sahi ne olmak istiyordu kim olmak
istiyordu? Yaş başını almış gidiyordu ama onun bedenini dikey konumlu bir
tabuta koymuşlardı, hareket edemiyordu.
Hiçbir
işe yaramayan, yaptığı işleri ise beceremeyen, saf ve yalnızca iyi kalpliydi.
Belki onun için tek söylenebilir özellik iyi kalpli olmasıydı. Sanki başka hiç
niteliği yokmuş gibi hissediyordu. Ama beklenmeyen bir hata oluştu; garipsenen
bu dünyada iyi kalpli olmak hiçbir işe yaramıyordu.
Yıllarca,
kendini tanıyamadan duygularla sanki ezelde tanışmış gibi hareket etti. Bunu
fark ettiğinde artık her şey için çok geçti. Nice duygularını ve düşlerini bu
yolda harcamıştı. Hiç bilmediği hisleri yalnızca taklit ederek yaşamaya
çalıştı. Taklidi iman der Gazali, o ise taklidi duygular yaşamıştı hep. Bunları
fark ettiğinde çaresiz ve savunmasız halde yorgun düştü bedeni. Taklidi iman
şişesinin kırılışı gibi duyguların şişesi kırılmıştı. Eskisi gibi olmayacaktı hayatı. Artık
yalandan yaşadığı duyguları da ölmüştü ve hayata karşı eskisi kadar heyecan
duymuyordu.
Yanlışlıkla
tüm duygularını öldürmüştü. Birçok insan gibi toyluğun acı ama öğretici
etkisiyle işlemişti bu cinayeti. Artık hislerinden emin olamıyordu. Bunu fark
ettikçe kafasında ‘’ben bu dünyada ne yapıyorum adlı sorgu odası müziği’’
çalıyordu.
Ne âşık
olmayı, ne sevilmeyi, ne susmayı, ne de konuşmayı başaramadı... Usullerini veya felsefelerini bilmiyor. Henüz öğrenemedi de. Bu dünyaya ne için gelinir bilmiyor.
Kendi kendisine ışık
olamadığı için hayattan ışık beklemekten utanıyor. Mucize aramıyor ya da
beklemiyor. Kendisinin elde etmediği bir şeyi istemiyor. Ne acı ki buna uygun
da davranmıyor. Düştüğü boşlukta debelenip dururken kayboldu ve kendisini
arıyor…