15 Eylül 2020 Salı
Gökyüzündeki Ütopya
8 Eylül 2020 Salı
Söndürülen Işıklara
Annemin öğretemedikleri,
Babamın
öğütleyemedikleriyle
Büyüdüm.
Anlatılmamış
masallarım,
Okşanmamış
saçlarım var
Paylaşılmayan
sevgiyle
Gösterilmeyen
şefkatle
Dopdolu içim
dışım.
Öğretilmeyen
bilgilere aç
Sevgisizliğe,
saygısızlığa
Tokum.
Varlığın
soyut
Yokluğun
somut olduğu
Çılgın bir
çocukluktu benimkisi...
Belki
bundandır
Herkesin ana
babasını
Kendiminkilerin
yerine koymam
Belki
bundandır
Her
seviyorum diyene
İnanacak
kadar aptallığım.
Belki
bundandır
Uzanan elleri
Babam sanmam.
Belki bundandır
Her cana
şefkatle yaklaşmam.
Belki
bundandır
Düşümde
herkesle
Aile olmam.
Belki
bundandır
Rastlanan
her yüzde
Aile aramam.
Belki
bundandır
Gerilimlerim.
Kimse niye
sormuyor
Sen nasıl
büyüdün diye
Daha vahimi
Büyüyebildin mi diye...
4 Eylül 2020 Cuma
Nida
Biri tutsun beni
Yoksa düşerek
Dünyanızı yıkacağım.
Biri tutsun gözlerimi
Ben ağlarsam
Dünyanız boğulacak.
Biri tutsun beni
Ama sahiden tutsun
Ben buradayım,
Yanındayım,
Yalnız değilsin
Desin.
Bu karanlık beni
Kör edebilir,
Köreltebilir.
2 Eylül 2020 Çarşamba
Yalnızca Sev
Afrikalı bir insan
kadar aç
Şu çocuk kalbim,
Sevmeye ve sevilmeye…
Onlar bir lokma ekmeğe,
Bir yudum suya,
Bense bir tutam sevgiye
Muhtacım…
Yalnızca sev ki yaşat…
Kalbim yokluğunu
çekerken
Anladım…
İnsanoğlu sevgiye aç…
1 Eylül 2020 Salı
Sesli Kalp Kırılmaları
Bir çatırtı duydu. Ayak bileğinden geldiğini düşündü. Bu kadar uzun ve yorucu bir günün ardından bileğinin dayanamadığını düşündü. Oysaki yalnızca kalbi kırılmıştı. Hâlihazırda sürekli kırılmaya müsait kalbi. Sürekli istismar edilen kalbinden gelmişti o ses. Belki de bu istismara bu kadar izin vermemeliydi. Çünkü buna izin verdiği ölçüde bu sesleri duyuyordu zaten. Farkındaydı bunun.
Kalp ve
beyin bileşimi olan kimyasal varlık insan. Diğer insanların görmezden geldiği
ya da görmemeyi tercih ettikleri adem evladı. Her bir kalp beyin bileşimini önemli
sayardı o. Kırılmasın, yorulmasın veya yanılmasın diyerek
düşünürdü herkesi ama insanlar ne anlamak isterse onu anlardı. Daha
alması gereken çok ders vardı bu hayatta…
Sürekli, kalbini kırık hissediyordu. Bu feci durum onu çok yoruyordu. Pek tabii böyle
bir durum birçoklarını yorar. Aslında ihtiyacımız olan kabullenmek. İnsanlar, herkese karşı beklediğimiz şekilde duyarlı ve hassas olamaz. Sanırım herkese
karşı duyarlılık gösterebilmek daha korkunç olurdu. Ama o bunu yapıyordu ve
sonuçta derin buhranlar içinde buluyordu kendini. Sakın siz yapmayın. Siz
kendinizi düşünmediğiniz sürece başkalarının sizi düşünmesini beklemeyin ki
beklentiler de çokça üzer.
O, ufacık
bedeninin içindeki kalbini hissedebiliyordu. Sanki her bir kırılmayla kocaman
bir kalp doğuran öylesine mucizevi güçte, sanki her kırılışında ilk kez
kırıldığını sanan öylesine şaşkın bir kalbi vardı. Peki, o da bir kalp-beyin
bileşimi değil miydi herkes gibi. Elbette, ne herkesten farklı ne de herkes
gibiydi. Ama o beynini değil de kalbini kullanmayı tercih ediyordu.
Kalbini her onarışında kalbine şöyle söz veriyordu: ‘’Tamam, kalbim, bu defa yetti. Omuzlarındaki yükü beynime taşıtacağım. Beynim daha güçlü, evet haklısın ama bu da beynime haksızlık olmaz mı? Tıpkı tüm yükü sana yüklediğim gibi… Utanıyorum kalbim, sana taşıyamayacağın sorumluluklar vermekten, beynime gereken sorumlulukları verememekten.’’
Denge. Evet, mesele kalbi ile beyni arasındaki dengeyi kuramamasıydı. Kalbine verdiği ağırlık onu hep şu görüntüye hapsederdi: Karşılıklı iki tepe var ve bir şeritle bağlılar. Tabii tepenin biri kalp biri beyin. İşte hayattaki dengemiz o şeridin tam ortasıdır ve o, şeridin kalbe en yakın noktasında yaşıyor. Her defasında dengeden çok uzak o konumda dizlerini karnına çekmiş, başını da dizlerine gömerek ağladığı karede buluyordu kendini. Yiyordu kendini. Onu acıtanlara yapamadıklarını kendi ruhuna yapıyordu. İstiyor ki gereken dengeyi sağlasın ama denge noktası onun için hiç görmediği engin denizler, uçsuz bucaksız kâinat gibi yabancı, belirsizdi ve hatta denge noktasının varlığından bihaberdi.
27 Ağustos 2020 Perşembe
Kayboldu
Sorguladı... Ben kimim diye. Kimdi ki birileriyle hemhal olmak istedi, bir yuva kurmak istedi. Sevmeyi ne zaman öğrendi de seviyorum dedi. Kabule
muhtaçmış gibi kendini kabul ettirmeye çalıştı. Kim olduğunu bilmeden ''ben
şuyum, ben buyum'' diyerek savaşlar vermek; hayata, insanlara karşı cepheler
açmak nedendi? Kim olduğunu bilmeden, olduğu gibi kabul ettirmeye çalıştı
kendini. Kendinden haberi yoktu ama kendi olmaya çalışıyordu. Acınası, gülünesi
ve hatta çevresindekileri öfkelendirici bir hali vardı. Bazen hiçbir şey olmadığını
kabul ederek ruhu kemirgen varlıklara teslim oluyor, kalbindeki sancı ile uçurumdan
atlıyor, beynini ve kalbini deşen gerçeklerin okuna boyun eğiyordu; sessizce ve
çaresizce...
Hiçbir
şeyi yoktu ama önemli ve güçlü biri olmak istiyordu. Bazen birden çok iş
yapmak, birden çok karakteristik özelliği bir arada taşımak istiyordu. Oysaki
her şey olmaya çalışırsa hiçbir şey olamayacaktı... Tüm fikirleri ve kendisi
düğüm olmuştu. En önemli hareket ve en önemli engel; çaba göstermesi ve mumyalanmış
gibi hareketsizce beklemesiydi. Bu durum onu hiçbir yere götürmeyecekti çünkü
fizik kurallarına göre herhangi bir hareket olmadığı sürece yükselmesi de imkânsızdı
(tabii mucizelere inanmıyorsak). Newton’un hareket yasalarındaki Eylemsizlik
Yasası hâkimdi doğasında.
Genelde
uysal ve uyumlu hali tavrı bazen asi ve öfkeli oluyordu. Durup düşününce asi
miydi uysal mıydı bilmiyordu. Gerçi mesele hangisi olduğunu bilmek değil
hangisini olmak istediğini bilmemesiydi. Sahi ne olmak istiyordu kim olmak
istiyordu? Yaş başını almış gidiyordu ama onun bedenini dikey konumlu bir
tabuta koymuşlardı, hareket edemiyordu.
Hiçbir
işe yaramayan, yaptığı işleri ise beceremeyen, saf ve yalnızca iyi kalpliydi.
Belki onun için tek söylenebilir özellik iyi kalpli olmasıydı. Sanki başka hiç
niteliği yokmuş gibi hissediyordu. Ama beklenmeyen bir hata oluştu; garipsenen
bu dünyada iyi kalpli olmak hiçbir işe yaramıyordu.
Yıllarca,
kendini tanıyamadan duygularla sanki ezelde tanışmış gibi hareket etti. Bunu
fark ettiğinde artık her şey için çok geçti. Nice duygularını ve düşlerini bu
yolda harcamıştı. Hiç bilmediği hisleri yalnızca taklit ederek yaşamaya
çalıştı. Taklidi iman der Gazali, o ise taklidi duygular yaşamıştı hep. Bunları
fark ettiğinde çaresiz ve savunmasız halde yorgun düştü bedeni. Taklidi iman
şişesinin kırılışı gibi duyguların şişesi kırılmıştı. Eskisi gibi olmayacaktı hayatı. Artık
yalandan yaşadığı duyguları da ölmüştü ve hayata karşı eskisi kadar heyecan
duymuyordu.
Yanlışlıkla
tüm duygularını öldürmüştü. Birçok insan gibi toyluğun acı ama öğretici
etkisiyle işlemişti bu cinayeti. Artık hislerinden emin olamıyordu. Bunu fark
ettikçe kafasında ‘’ben bu dünyada ne yapıyorum adlı sorgu odası müziği’’
çalıyordu.
Ne âşık
olmayı, ne sevilmeyi, ne susmayı, ne de konuşmayı başaramadı... Usullerini veya felsefelerini bilmiyor. Henüz öğrenemedi de. Bu dünyaya ne için gelinir bilmiyor.
Kendi kendisine ışık olamadığı için hayattan ışık beklemekten utanıyor. Mucize aramıyor ya da beklemiyor. Kendisinin elde etmediği bir şeyi istemiyor. Ne acı ki buna uygun da davranmıyor. Düştüğü boşlukta debelenip dururken kayboldu ve kendisini arıyor…
Cam Kırığı Diye Yazılır
Cam kırığı gibi yazılır İnsan gibi görünür Gözyaşı döker Un ufak olur Ya da Paramparça. Kanlı canlı görünür, Aslında Cam gibi kırılgandır. C...
-
Üç tane bazıları vardır. Bunların ikisi; Bizden almadıkları dertleri terk etmiyorlar, “Nasıl iyi mi böyle travmalı yaşamak?” Diye sormak ist...
-
Cam kırığı gibi yazılır İnsan gibi görünür Gözyaşı döker Un ufak olur Ya da Paramparça. Kanlı canlı görünür, Aslında Cam gibi kırılgandır. C...