26 Haziran 2025 Perşembe

Esen

Işık olan kendime,

ışık olarak yaklaşıyorum.

Birbirimize uzanan
aynı parıltının iki ucuyuz
ve birleştiğimizde
bütün zincirler,
bütün prangalar
bir anda, birden
çözülüveriyor.

O an,
tam bir ışık oluyoruz.
Eteklerimde
uçuş uçuş serinlik,
tenimde hafiflik,
içimde çocuksu bir şenlik…

Güzel bir kapıdan süzülüyorum,

sonsuz bir huzurun
tam içine dalıyorum

sessiz, serin ve derin.

Nihayet esenlik.

10 Mart 2025 Pazartesi

Ateşiniz var mı?

Metrodan çıktım. Çok soğuk, çoktan kararmış bir hava. Delice bir Şubat soğuğu işte.

Önümde biri dikilmiş sigarasını yakmaya çalışıyor.

Ne ayak bu, yolu da engellemiş.


Otobüse yetişmem lazım ya çekil şurdan be adam.

Çakmağı yanmıyor sanırım.


Kapüşon kafalı arkasına döndü.

Ben varım arkasında.

Ateşiniz var mı dedi.

Ateşim var ama sigara kullanmıyorum dedim.

Durdu. 

Bir kıvılcım mı lazım yoksa hasta mısınız dedi?

Kelimeler… kelimeler… Binbir çeşit anlamlı kelimeler…

İçimden kikirdedim.

Hayır dedim.


Anladı mı acaba diye buz kestim kaldım bir an. Şok oldum yani.


O zaman neden oyalıyorsun beni dedi.

Ama ateş için biraz çaba gerekir dedim.

Durdu.


Bir adım attı bana doğru.

Eyvah, anladı mı yoksa ne demek istediğimi, anladıysa yandık…

Gözlerindeki hareler alev çemberine dönüşüp kabardı. Kabardı ve büyüdü. Sonra vücudunun diğer yerleri de kabardı… Adam tam bir yürüyen alev. Artık onun da ateşi var… Ama hasta değiliz…


Ben korktum, sadece dalga geçmiştim…

Bir adım daha yaklaşmış ne ara yaklaştı…

Ateşimi ona vermeyeceğimi anladı sanırım.

Çok öfke abicim, bu ne öfke. Bu kadar öfke fazla abicim diyorum içimden. Bir adım geri attım.

Herkesle dalga geçilmez bunun matematiği neydi ya birisi öğretmemiş mi bunu bana.

Ateşin bol olsun dedim.

Koşmaya başladım.

Kovalandım.

Hiçbir zaman kovalanmadığım gibi.

Demek böyle mi oluyormuş.

Uf hayır saçmalama o öyle bir şey değil. Kovalanıyorum hala. Neden durmuyor ki. Hani hızlı koşuyordum ben? Ayy aman o koşmak da bu koşmak değildi değil mi? Yürüme ile koşmayı zaten hiç ayarlayamadım ki. 

Nefesim kesilmek üzere. Keşke diğer koşmalarımda da nefesim kesilse de dursaydım. Ama ateşimi görmüşlerdi o an, duramazdık… Şu an durum başka kızım.

Duramadım hiç. Yine durma. Şaka kaka olacak yoksa.

Arkama bakmak için zamanım yok, dönemiyorum ama nefesini duyuyorum, ayak sesi benimkine karışıyor onu tam ayırt edemiyorum. Umarım başka türlü bir şeyi bana karışmaz.

Arkama çok baktım. Ah bu arkam beni ne hallere düşürdü. Bunları düşüneceğime atlatmayı düşünsem… Av olduk durduk yere iyi mi?

Anlamaz sanmıştım. Ama tabi herkes benden zeki, daha zekice yap bir dahakine şunu.

Kaç kilometre koştuk lan. Vereceğim şimdi şurda son nefesimi. Nereye koşuyorum ben. Düşünmekten adam akıllı bir yere de koşamadık. Şu kalabalık durağa karışıp kaybolmalıyım. Ama ya benim içimdeki ateş ne olacak? Kaçış ne zaman kurtuluş oldu ki zaten. Ancak ateşimi büyüttü. Adamın aklında ateş yoktu onun aklına da düşürdük…

4 Ocak 2025 Cumartesi

Doğanın Kanunsuzları

Üzülme evlat,

Yuvadan atılmış olmak

Bir son değildir.

Yeniden doğup,

Ayağa kalkıp,

Devam etmek demektir.

Ölüm içine çeker.

Annen iter.

Sense yükselirsin.

Yükseğe daha yükseğe.

22 Temmuz 2024 Pazartesi

Ateşle Dans

Önce ılıklığıyla içine çekip kandıran sonra sinsice yakan bir ateş.


Özgürlüğün ateşine kapılıp ben de o ateşin bir parçası oluyorum.


Teslim oluyorum, ateşe mi özgürlüğe mi bilmiyorum.


Tamamlanmak, olmak ya da aidiyet… 


Bunca arayışım bunca çabalayışım sanki anlamsız.


Sadece özgürlüğe teslim olmak, sadece içine düştüğüm ateşe teslim olmak, sonsuz teslimiyet ve yanmak. 


Artık hem özgürüm hem teslim.

14 Nisan 2024 Pazar

Cam Kırığı Diye Yazılır

Cam kırığı gibi yazılır

İnsan gibi görünür

Gözyaşı döker

Un ufak olur

Ya da

Paramparça.

Kanlı canlı görünür,

Aslında

Cam gibi kırılgandır.


Cam kırığı diye yazılır

Can kırığı olarak okunur

Cam kırığı diye okunur

Aslında

Kalp kırılmasıdır o.

10 Ocak 2023 Salı

Yok

Üç tane bazıları vardır.

Bunların ikisi;

Bizden almadıkları dertleri terk etmiyorlar, “Nasıl iyi mi böyle travmalı yaşamak?”

Diye sormak istedim bazılarına, bazılarına ise bununla beraber çok daha fazla şey sormak isterdim… 


Bazıları var gibi görünüp aslında yok, bazıları ise hiç yok.

Bazıları gölge, bazıları hiçlik.


“Yoklukları” ile sınandığımız insanlar yok olma gerçekliği ile yüzleşebilirlerdi. 


Eğer travmaları ile yüzleşmeyi bilselerdi…


Bazıları yüzleşmek ne demek onu bilmiyor, bazıları yüzleşmek ne demek bilip yüzleşmiyor.


Dertlerini bizden almadığını bilen üçüncü bazıları sonsuz huzur sizinle olsun…


Üçüncü bazıları varlıklarını sonsuza dek yaşatırlar yani onlar ölümsüzdür.


Diğer iki grup bazılarının varlıkları şu şekildedir; yokluk, yoklu, yokl, yok, yo, y,  .

16 Aralık 2022 Cuma

Acı Paradan Büyüktür

Maddi gücünüz sınırlı ise acınız da sınırlıdır. Manevi gücünüz sınırlı ise acınız sınırsızdır. Acı ile para doğru orantılı, acı ile “manevi güç” ters orantılıdır. 

Maddi gücün adı para olur/olabilir hatta oldu. Manevi güç… Bir ad koyamıyorum. Bir sürü adı var aslında. Yapabilirsin, hadi, destek, motivasyon, aslansın kaplansın sen yaparsın, aferin, bravo, tebrik ederim, helal; kadar çok ad alabilirken bazen varlığından bi haber yaşanan, ne olduğu bilinmeyen, ilk kez duyulmuşçasına garipsenen ve hatta küçümsenen bir şey, önemsiz bir şey olabiliyor manevi güç… Bilinmemesi olabilir de diyemiyorum ki herkes ufak bir onay, minik bir sırt sıvazlanmasını ister… İlk kez böyle o da olabilir bu da olabilir diyemediğim noktadayım. Hayır değilim. Uzun zamandır böyleyim. Kendimi tebrik ediyorum. Bunu yapabilirdim ve yaptım. Biricik kendim.

Hayal kırıklığı yaratanların arkada bıraktığı ise acı dağ gibi bir motivasyon kaynağına dönüşür.

Teşekkürler hayat.

3 Eylül 2022 Cumartesi

Yeni Biri Aynı Eski Hatalar (New Person Same Old Mistakes)

 Havada rüzgar yerine en güzel şarkılar var. Tüm derdim tüm kederim en keyifli en heyecan verici danslara dönüşüyor. İnsanların attığı her adım çiçeğe, çimene ve ağaca dönüşüyor. Görmüyor musun? İnsanların bir gülüşü, eskimiş derilerini üzerinden atıp yeni, en iyi ve en güzel derilerine kavuşturuyor. Kahkahaları yer çekimini yok edip istediği yüksekliğe uçmasını sağlıyor. Bir bakıyorsun ki kahkaha atanların kanatları ortaya çıkıyor. Ben aşık oldum onların düşüncesi umrumda değil. Ben bunları görüyorum.

Tüm bunları yalnız ben fark etmişim gibi davranıyorlar. Onlar benim baktığım açıdan göremiyorlar. Ben aşık oldum onların düşünceleriyle ya da tüm bunların sahte oluşuyla ilgilenmiyorum.

Her şeyi denedim. Sevdiğim, sevmediğim her şeyi. En iyi ben oldum. Yeni bir ben oldum. Ben aşık oldum.

Tüm bunlar yalan da olsa ben bu yalanlara inanıyorum. Bu sahtelik benim gerçeğim. Kahkahaların kanat çıkarması benim gerçeğim. Uçtuğum benim gerçeğim. Artık çok geç, ben aşık oldum.

Hep beklediğim duygu buydu. Şimdi tüm bunlar gerçek değil diyemezler. Bunlar gerçek ben bunları hissediyorum ve görüyorum. Bu hisle yaşamak, onunla olmak istiyorum. Yalan ya da yanlış olsun. Bu yoldan gitmek istiyorum.

Ben uçuyorum ve artık düşmek istemiyorum. Her zaman dibi göremem. Artık yükseklerdeyim. Artık ağlamak istemiyorum.

Bilmediğim yolları söylemişler de ben duymamışım gibi davranıyorlar. Söylemediler, ben şimdi bu yoldan gidiyorum. O olmalı ben hep onu bekliyordum. Yerine başkasını koyamam ya da başka bir yoldan gidemem. Onu gözden kaybetmeden bir an önce yakalamak istiyorum. Duramam.

Hayır, ben yepyeni bir insan oldum. Eski hatalarımı yapmıyorum, yapmayacağım. Hayır, ben hayallerimin peşinden gideceğim. Hayır, yanlış da olsa onun peşinden gideceğim. Hayır, ben çok iyi ve çok mutlu hissediyorum.

...

Yağmur yağıyor. Yeryüzünde biri ya da birileri ağlarsa bir yere ya da bir yerlere yağmur yağarmış.

Kabul etmek zor oldu. Savunduğum her şey yanlışlandı. Hayal kırıklığına uğradılar. Ben de uğradım. Durmam gereken doğru yeri bilmiyordum. Oysa o da ''Ben tehlikeliyim, benden uzak dur.'' demişti. Tıpkı onların söylediği gibi; benim pişmanlıklarım onunsa şeytanları vardı.

Yanlış da olsa peşinden gitmeye hakkım vardı. Çünkü artık hata yapmayacağımı düşünüyordum. 

Gerçeği görecek kabiliyetin yok demişlerdi. Herkesin hikayesi gibi bir hikayeydi bu da. Çok da farklı değildi. Herkes gibi aynı eski hatalarımı yaptım. Herkes gibi sevdim, düştüm, sinirlendim, üzdüm, üzüldüm ve ayağa kalktım.

İnsanlar sadece yürüyormuş. Ne bahçe ne orman yapıyorlarmış. İnsanlar sadece tebessüm ediyormuş. Kimse ne yeniden doğuyor ne de değişiyormuş. Rüzgar sadece coğrafi bir olaymış. Ben şarkılara benzetmişim tınısını.

Mutsuzsan adı sadece mutsuzluk, mutluysan adı sadece mutlulukmuş. Hayat ikisini de kabul ediyormuş. Yer çekimi sahiden varmış ve kimse uçmuyormuş. Kanatlarsa yalnızca meleklerde olurmuş.

Kahkaha atınca kanatlarımın çıktığını ve uçtuğumu düşünmeye devam edeceğim. Melek olmak istemiyorum yalnızca kahkaha atmak istiyorum.

Şimdi... Yine, yeni bir insan oldum...

2 Mayıs 2022 Pazartesi

Aylak

Kurtulamıyor bazen insan kaçmak istediği şeylerden. Bazen? Hastalıklı bir ruh hiç kurtulamıyor. Bazen değil.

Adını koyamadığı travmalarından uzaklaşıp olmak istediği yerlere yaklaşmaya çalışırken travmaları sırtından asılır ve kendine çekmeye çalışır. Onlardan kaçmaya çalıştıkça sendeler, düşer. 

Kendine dönmek istiyor belki sadece… Varmak istediği yerlerden, yollardan ve yanında olmak istediklerinden bile vazgeçer kendi için. Yine de beceremez.

Yaşama tutunmak için denediği her yol dönmek istemediği travma yollarına çıkar. Aynı nefes darlıklarını, boşlukları, boş umutları ve baş ağrılarını yeniden yaşar.

Her yanılgısında, hayal kırıklığında nasıl iyileşeceğini yeniden sorgular, bilemez ve başa döner. Bu döngüden hiç çıkamayacakmış gibi hisseder ve yine boşluğa düşer.

“Olmuyordu. Huzurunu yaşadığı günde bulamayan insana kurtuluş yoktu.” (Aylak Adam)

22 Mart 2022 Salı

Kintsugi Hatlarında Yaşam

Yüzüme bakın. Belki herkes belki sadece bakmasını istediklerim. Mutsuzluğum ve umutsuzluğum yüzüme yansımış mı?

Gözyaşlarımla yıkadığım yüzümde su damlaları kalmış mı?

Yüzümü gözümü silmek için bir havlum yoktu.

“Gözyaşını sakla.” diyeceklerdi neredeyse. Ödüm patlıyordu. Neyse ki onlar yani gözyaşlarım özgürlüğüne kavuştular. Yolları kintsugiden geçmiş. Yüzümde o hatları görüyorum. Zaten bir şeyler kırılıp dökülmeden ya da kaybedilmeden kıymeti bilinmiyor ya da yola çıkmadan yolda başımıza ne geleceği.

Gözyaşımın çizdiği yollarda bir 2 milyar saniye sürüyorum. Yol altınlı…

Korkuttular beni. Ağlattılar. Susturdular. Durdurdular. Korumadılar ve sevmediler. E kıymet zaten bilmez böyleleri…

Nasıl tarif edilir ki… Yalnızlığım ve kimsesizliğim nasıl tarif edilir? Tarif mi etmek gerekiyor yoksa tamir mi? Bilmiyorum. Tamir tariften daha kolay geliyor.


Gözyaşımla yastığımı ıslattım ve bir an durakladım. “Evet ağladım ben.” dedim. Edebiyata gerek var mı? Ağladım işte. Salya sümükle edebiyat yapmak istemedim. Ağzımdan süslü sözler de çıkmıyor. Sonra bir tek ben ağlamıyorum ki diyip yazdıklarımın üzerini karalıyorum. Sonra tekrar yazıyorum herkesin sesi olmak gibi bir cüretkarlık geçiyor içimden.

 

Size daha önce bir tiradımda anlatmıştım. Körelmekten, kötüleşmekten korktuğumu bağırmıştım. Beni kimse duymadı. Sustum ancak yine duymadılar.


Köreliyorum.


Tüm iyiliklerim ve güzelliklerim soluyor. Tüm muhteşemliğim bu yabanlıkta katledildi. Beni bu şekilde törpüleyenler neyi hak ediyor? Onların ne hak ettiği beni bağlamalı mı? Ben neyi hak ediyorum? Ben nasıl çıkarım bu yozlaşmışlıktan? 

Bıraktım kendimi. Siz sakın yapmayın. Ben yaptım çünkü artık titrek ayaklarım tutmuyor. Nefesim daralıyor. Boşluğun karşısında bile zangır zangır titreyen bedenimin acizliği ile yükselişim, yeniden doğuşum… Ne zaman? Ayağa kalkmam gerekiyor…

Çırpındıkça tüysüz kaldım. Çıplak, yalınayak ve güçsüz kanatlarımla duruyorum yalnızca.

Teslim oldum.

Küçük mavi noktada toprağa karışmak için can atıyorum artık.


Kayboldum. Kaybettiler beni. Beni benim içimdeki yangında erittiler. Beni yine benimle dövdüler. Bu halde ben parçalanması zor bir metalle tasvir olmuş oldum. Paramparça ettiler beni diyemiyorum. Erittiler. Formumla oynadılar. Yendiler mi? Şimdilik bilemeyiz. Hikâyenin sonunu beklemek, okumak ya da yazmak gerekecek.

7 Aralık 2021 Salı

MONOLOG

 Bu gece acının içinden geçelim. O çok içimizden geçti artık sıra bizde. Belki bazı ruh sağlıkçılarından duydunuz bunu. Bir de ben söyleyeyim. Sonuçta duyulmayan sesler koymuşum buranın adını. Belki duyarlar diye... Seslerin, sözlerin, bağırtıların belki de böğürtülerin duyulmadığı, duyulmayan sesler diye bir yer var kafamın içinde. Onları susturmak için kaçamaklar yapıyorum bazen.

Olmayanlar, kırıp dökenler, kırıp döktüklerimiz.
Bir bir ayağımıza takılanlar, yakışanlar ya da yapışanlar veya ayağımızdan ışık hızıyla kaçanlar. Tabii bir de ışık hızıyla kaçtıklarımız var. Hayattaki yerimiz belki de budur, bizim kırdıklarımızla bizi kıranlar arasında bir yerde tükettiğimiz nefese yaşamak diyoruzdur.

Nerede beni var eden hür mü hür düşüncelerim? Baksana, hayat sanki benim için düşünüyor. Hayat bana satranç taşı muamelesi yapıyor. Tek avantajım hangi taş olduğumu bilmek olabilir. Yine de tüm kontrol bizi oynatan hayatta.

Nasıl geçiliyormuş bu acı denen meretin içinden. Hüngür hüngür ağlayarak mı? Cansız nesneleri paramparça ederek mi? Başkasının canını yakarak mı? Bence izin vererek. Vücuttaki tüm sistemlerin, sistemli bir şekilde, zangır zangır titremesine, ağrımasına izin vererek… Benim tasvirim budur. Ne oldu şimdi sistem çöktü mü? Çökmesine izin vermeliyim acının içinden geçmek istiyorsam. Bilinçli ya da bilinçsizce, böyle olmasına insanlar izin veremiyor. İnsanların bir kısmı sonuç olarak yaralı. Kaçıyor acısından, kaçıyor kendisinden... Ah, ne çok isterdim acıyı sadece dilimle tatmayı… Ama biliyorum ki acı da tatlı da lazım... İster bedende olsun ister ruhta, şekerin de bir yeri var acı biberinde. 

Bu gece olağanüstü bir gece ve ben kendimi acının kollarına bırakıyorum. İyi geceler.

Dün gece acının içinden geçerken (henüz orada kalmış olabilirim, biraz zaman alıyor) göz kapaklarıma bir ağırlık çökmüş. Gözlerim sanki ağlamaktan minicik kalmış. Sanki çok uyumaktan ya da az uyumaktan kaynaklı bir yok oluş var, gözlerimde. Dipnot: Hiç ağlamadım dün gece. Ayrıca mışıl mışıl uyudum, acının içinden geçerken. Demek acının kolları ana kucağı gibi rahatmış, güzel uyudum.

Bir dönem, sanki ömrümün bir yerinden sonra hiç acı çekmeyecekmişçesine bazı hüzünleri tadarken yüklü bir miktar ağladım ve artık acı eşiğimi aşmayan bir durumda ağlayamıyorum. Üzülüyorum, dertleniyorum, suratım düşüyor ama ağlayamıyorum. Acıdan geçerken bu yüzden ağlayamamış olabilir miyim? Ben üzüldüğümde yatağım keder kokuyor, kazağım hüzün, saçlarım hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Sonra… Sıcak bir duşla ya da yağmurda ıslanarak temizleniyorum, tüm koku ve gürültü kirliliğinden. Hoş bir manzara görüp, en sevdiğim kokuyu, kahkahaları, neşeli sözleri duyuş ve kapanış.

Neyse ne diyordum ben… Görüntüm enkaz gibi olmasına rağmen yemeğimi yedim, kitap okudum, bitki çayımı içtim… Yalnızca dans edemedim, enkazken sabah rutin dansı olmuyormuş, bilginize… Sabah dansı çok önemlidir benim için. Bir daha acının labirentinde kaybolmayı düşünürsem dans edememeyi göze almam gerekecek.

Akşamüzeri, modern zamanların modalarından, kendi kendinin sıfatını çekme (öz çekim) olayına giriştim. Saçlarım bir hoş gelmişti gözüme ve ben tebessümlü bir fotoğraf patlattım. Çektiğim fotoğrafta kendime inceden acır gibi oldum. Yüzüme hayal kırıklıklarım saplanmıştı. Şaşkınlıkla bilumum ağıtsal, melankolik düşüncelerden geçtim. Biraz daha kendime acıyan cümleler kurmak isterdim ama vücudum artık uyumam gerektiğine dair sinyaller veriyor. İyi geceler.

Günaydın. Bana ne olduğunu sormayın. Bana ne hissettiğimi sorun. Acın kaç derece, derdin kaç kilo diye sorun. Ölçüm ne işe yarar? Acıların değersiz olduğu bu yeryüzünde ‘’acı ölçmek’’ belki bir değer kazandırır… Bir de acı ölçer ve acı birimi lazım olacak bu durumda. Bana nasılsın diye sorun ama ne olduğunu sormayın. Bu hikâye biraz herkesinki gibi aynı, biraz herkesinki gibi eşsiz.

23 Ekim 2021 Cumartesi

Şaşkın

Kat kat giyinmiş ama üşür.
Neden?
Sevgisizlikten, bıkkınlıktan,
Yorgunluktan, çaresizlikten
Ve kimsesizlikten.
Bir süre daha üşüyecek.
Farkında.
Sıcaklık yolda
Ama mesafe bir hayli uzak.

Bu ne ahvaldir?
Cehennemden çıkmaya çalışırken üşümek...
Cennete varmaya çalışırken düşmek...
Bir tezatın içine düşmüş
Ve kimse farkına varmamış.

Çalışır durur,
Yürür durur,
Yorulur durur
Ve sever durur...
Aslında sadece durur.
Oldukça durağandır.
Daha önce hiç;
Çalışmamış, yürümemiş,
yorulmamış, sevmemiş
Ve hiç sevilmemiş gibi
Durağandır.
Gibiler kovalar durur onu.
Kaçtıkça yakalanır gibilere.
Hiç sahicisi kovalamadı.
Gibisi, sahtesi hep var.
Sahicisi hiç yok.
Ne ismin ne cismin ne ahvalin.

20 Eylül 2021 Pazartesi

İki Şehrin Hikayesi

... Kederli kederli yükseldi güneş; güneş ışıklarının vurduğu hiçbir şey, yüreğindeki iyi niyeti ve sahip olduğu yetenekleri doğru kullanma becerisinden yoksun, kendi iyiliği ve mutluluğuna zerre kadar yararı olmayan, kendi çürüyüşünün farkında olduğu halde bu çürümenin onu yiyip bitirmesine izin veren bu adam kadar kederli olamazdı. ...

Sydney Carton’a

Güneşin doğuşu bile

Kederine ışık olmadı

Merhem olmadı.

 

Güneşin doğuşu bile

Onu kurtaramadı

Buhranından.

 

Güneş bile

Kedere bulandı.

Bir yasla bir ağıtla

Doğdu tandan. 

28 Ocak 2021 Perşembe

Gökyüzü Dünya'dan Uzaktır

Ben galiba Dünya’dan uzak bir yer buldum. Gökyüzü. Evet, dünyadan uzak olabilir. Düşünürken kendisi gibi temiz ve berrak düşündürebildiği için bence Dünya'dan uzaktır. Dünya’yı da kendi haline bıraksak belki o da temiz ve berrak olabilir gökyüzü gibi.

Bazen içten içe Dünya’dan uzak bir yerlere gitmek istiyoruz. Oysa bir süreliğine dünya da bizim evimiz değil mi? Elimizde hâlihazırda bulunduğu için kıymetsiz galiba. Âdemoğlunun kendi kişisel tarihinde aşması gereken sorunlarından biri olabilir kıymet bilmemek.

İçtiğimiz suyun, yediğimiz meyvenin, ısındığımız güneşin, ıslandığımız yağmurun, tarifsiz bir büyüyle yağarken büyüsüne kapıldığımız karın ve daha birçok şeyin kıymetini bilemedik galiba. Tüm bunların ve daha nice değerini göz ardı ettiğimiz şeylere paha biçilmezken yazı severim, kışı sevmem vb. hülyalara kaptırdık kendimizi ve dört mevsime değer biçtik. Ben artık tüm mevsimleri seviyorum. Üşümeyi de terlemeyi de seviyorum. Dünya’da var olmanın tadını anlayamadık bizler sanki. Tabii anlamak zahmetli iştir.

Dünya’dan uzak bir yer ararken ben gökyüzünü buldum. Belki Dünya’dan değil de kendimizden uzak bir yer arıyoruzdur. Dünya’da iken bulamadığımız kendimizi aradığımız o uzak yerlerde bulabiliriz gökyüzüne bakınca. Gökyüzü dünyadan çok uzaktır. Dünya’da iken içimizdeki gizli bahçeyi göremiyoruz sanırım. Kendini bulmak için önce kaybolmak gerekir denir ya belki gökyüzünde kendimizi bulabiliriz. Neden olmasın.

15 Eylül 2020 Salı

Gökyüzündeki Ütopya

Düşlerde yaşadılar
Yoluna ay ışığı düşen
Herkesle buluştular.
Yol ile gökyüzü arası
Bir ütopyadaydılar.
Yol yer çekimsizdi.
Bir gökyüzü vardı
Buluttan dostları olan
Bir gökyüzü vardı
Bereketli yağmurlar veren
Bir gökyüzü vardı
İçlerini döküp saçtıkları
Bir gökyüzü vardı
Ağlayıp güldükleri
Bir gökyüzü vardı
İstedikleri resmi çizdikleri
Bir gökyüzü vardı
Gönüllerince çocuklaştıkları
Bir gökyüzü vardı
İstedikleri dansı ettikleri
Bir gökyüzü vardı
Utanmadan ağladıkları
Bir gökyüzü vardı
Türkülerini söyledikleri
Bir gökyüzü vardı
Yeterince
Konuştukları
Sustukları
Düşündükleri
Dinledikleri
Anladıkları...
Tanımadı kimse onları
Gökyüzünden başka.



8 Eylül 2020 Salı

Söndürülen Işıklara

Annemin öğretemedikleri,

Babamın öğütleyemedikleriyle

Büyüdüm.

Anlatılmamış masallarım,

Okşanmamış saçlarım var

Paylaşılmayan sevgiyle

Gösterilmeyen şefkatle

Dopdolu içim dışım.

Öğretilmeyen bilgilere aç

Sevgisizliğe, saygısızlığa

Tokum.

Varlığın soyut

Yokluğun somut olduğu

Çılgın bir çocukluktu benimkisi...

Belki bundandır

Herkesin ana babasını

Kendiminkilerin yerine koymam

Belki bundandır

Her seviyorum diyene

İnanacak kadar aptallığım.

Belki bundandır

Uzanan elleri

Babam sanmam.

Belki bundandır

Her cana şefkatle yaklaşmam.

Belki bundandır

Düşümde herkesle

Aile olmam.

Belki bundandır

Rastlanan her yüzde

Aile aramam.

Belki bundandır

Gerilimlerim.

Kimse niye sormuyor

Sen nasıl büyüdün diye

Daha vahimi

Büyüyebildin mi diye...

4 Eylül 2020 Cuma

Nida

Biri tutsun beni

Yoksa düşerek

Dünyanızı yıkacağım.

Biri tutsun gözlerimi

Ben ağlarsam

Dünyanız boğulacak.

Biri tutsun beni

Ama sahiden tutsun

Ben buradayım,

Yanındayım,

Yalnız değilsin

Desin.

Bu karanlık beni

Kör edebilir,

Köreltebilir.



2 Eylül 2020 Çarşamba

Yalnızca Sev

Afrikalı bir insan kadar aç

Şu çocuk kalbim,

Sevmeye ve sevilmeye…

Onlar bir lokma ekmeğe,

Bir yudum suya,

Bense bir tutam sevgiye

Muhtacım…

Yalnızca sev ki yaşat…

Kalbim yokluğunu çekerken

Anladım…

İnsanoğlu sevgiye aç…


1 Eylül 2020 Salı

Sesli Kalp Kırılmaları

Bir çatırtı duydu. Ayak bileğinden geldiğini düşündü. Bu kadar uzun ve yorucu bir günün ardından bileğinin dayanamadığını düşündü. Oysaki yalnızca kalbi kırılmıştı. Hâlihazırda sürekli kırılmaya müsait kalbi. Sürekli istismar edilen kalbinden gelmişti o ses. Belki de bu istismara bu kadar izin vermemeliydi. Çünkü buna izin verdiği ölçüde bu sesleri duyuyordu zaten. Farkındaydı bunun.

Kalp ve beyin bileşimi olan kimyasal varlık insan. Diğer insanların görmezden geldiği ya da görmemeyi tercih ettikleri adem evladı. Her bir kalp beyin bileşimini önemli sayardı o. Kırılmasın, yorulmasın veya yanılmasın diyerek düşünürdü herkesi ama insanlar ne anlamak isterse onu anlardı. Daha alması gereken çok ders vardı bu hayatta…

Sürekli, kalbini kırık hissediyordu. Bu feci durum onu çok yoruyordu. Pek tabii böyle bir durum birçoklarını yorar. Aslında ihtiyacımız olan kabullenmek. İnsanlar, herkese karşı beklediğimiz şekilde duyarlı ve hassas olamaz. Sanırım herkese karşı duyarlılık gösterebilmek daha korkunç olurdu. Ama o bunu yapıyordu ve sonuçta derin buhranlar içinde buluyordu kendini. Sakın siz yapmayın. Siz kendinizi düşünmediğiniz sürece başkalarının sizi düşünmesini beklemeyin ki beklentiler de çokça üzer.

O, ufacık bedeninin içindeki kalbini hissedebiliyordu. Sanki her bir kırılmayla kocaman bir kalp doğuran öylesine mucizevi güçte, sanki her kırılışında ilk kez kırıldığını sanan öylesine şaşkın bir kalbi vardı. Peki, o da bir kalp-beyin bileşimi değil miydi herkes gibi. Elbette, ne herkesten farklı ne de herkes gibiydi. Ama o beynini değil de kalbini kullanmayı tercih ediyordu.

Kalbini her onarışında kalbine şöyle söz veriyordu: ‘’Tamam, kalbim, bu defa yetti. Omuzlarındaki yükü beynime taşıtacağım. Beynim daha güçlü, evet haklısın ama bu da beynime haksızlık olmaz mı? Tıpkı tüm yükü sana yüklediğim gibi… Utanıyorum kalbim, sana taşıyamayacağın sorumluluklar vermekten, beynime gereken sorumlulukları verememekten.’’

Denge. Evet, mesele kalbi ile beyni arasındaki dengeyi kuramamasıydı. Kalbine verdiği ağırlık onu hep şu görüntüye hapsederdi: Karşılıklı iki tepe var ve bir şeritle bağlılar. Tabii tepenin biri kalp biri beyin. İşte hayattaki dengemiz o şeridin tam ortasıdır ve o, şeridin kalbe en yakın noktasında yaşıyor. Her defasında dengeden çok uzak o konumda dizlerini karnına çekmiş, başını da dizlerine gömerek ağladığı karede buluyordu kendini. Yiyordu kendini. Onu acıtanlara yapamadıklarını kendi ruhuna yapıyordu. İstiyor ki gereken dengeyi sağlasın ama denge noktası onun için hiç görmediği engin denizler, uçsuz bucaksız kâinat gibi yabancı, belirsizdi ve hatta denge noktasının varlığından bihaberdi.

Daha çok üzülmesi, daha da çok kırılıp dökülmesi ve pek çok kere daha kendini kaybetmesi lazım. Gereken dengeyi sağlayabilmek için. Belki de kendini bulmasının yolu önce kaybolmasından geçtiği için.

Esen

Işık olan kendime, ışık olarak yaklaşıyorum. Birbirimize uzanan aynı parıltının iki ucuyuz ve birleştiğimizde bütün zincirler, bütün pra...